Makaleler Geri

Samiha Ayverdi'nin Yaşantısında Günümüzün Mutasavıf Kadınına Bakış

Samiha Ayverdi; “Tasavvuf bir zıtlar abidesi olan insan bünyesini ruhen de yekpareleştirerek bütünlüğe götüren yoldur, her şeyin düzelmesi insanın kendi düzelmesine bağlıdır” der. Bütünlenmenin zırhı vücutta oluştu mu, insanda ne mutluluk ihtiyacı, ne acı çekme korkusu, ne mevkii ne para hırsı, kinler, düşmanlıklar, menfaate dayalı dostluklar kalır. Bunların hepsi nefsani hançerlerdir. Bu dünyaya geliş nedenimiz vahdettir, birliktir, Allah’ın manasında bütünlenmektir. Çoklukta bir olabilmek içinse müşterek manevi değerlerin oluşması gerekir ki bu da yalnız Allah’a hesap veren, kendi nefsinin esaretinden kurtulmuş hür fertlerin, muamele ettikleri her yaratılmışta sevgilileri olan Allah’ın isim ve sıfatlarını idrak etmeleri ile mümkündür.

Samiha Ayverdi’nin manevi zengin dediği bu güruh şu gök kubbe altında ebedi geçer akçe olan iman, ihlas, insaf, doğruluk, cömertlik, feragat, fedakarlık, güzel ahlak, vatan aşkı, hikmet ve irfan gibi ulvi vasıfları mayalandırıp etraflarına taşıyanlardır. Görülüyor ki tekliğe bakmayı bilen göz, çokluğa hürmeti bilen gönlün meyvesidir.

Hz. Ali, “Cemden önce tefrik kafirlik, cemden sonra tefrik etmemek zındıklıktır” der. Samiha Ayverdi cem makamıydı. O gönlüyle zalime kin tutmaz, zulümle uğraşırdı. Ama görülüyor ki zulmü yapanı da azarlaması mecburi idi. Bu bakımdan ömrünü  mücadele ile geçirdi. Mektuplar yazdı, bazen de acı tatlı bizleri meşrebimize göre uyardığı zamanlarda kendisine kırılmak, haşa, hiçbirimizin aklından bile geçmedi. Zira Allah sevgililerinin ikazı insana; “Atan el benim elimdir.” ayetinin  zuhuru gibi geldiğinden, lütuftur.

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git adlı eserinde, “Kendisi ile kavgasını bitiremeyenlerin,  bir ideolojinin ya da bir “izm”in bayrağını taşıması ne kadar yanlıştır,” diyen Susanna Tamaro’ya hak vermemek elde mi? Samiha Ayverdi, “İslam, insanoğlunu beşeri hırs ve insiyakları bağından çözüp, esaretten kurtaran dindir. Ayıplarını bir muhasebe ve kontrol potasında eritip arıtan dindir. Gene insanoğluna, ulvi bir gayenin şevk ve heyecanını veren dindir.” derken Tamaro’ya hak verip İslam’ı tek çözüm olarak gösterir.

Devrin Yusuf’u olmayı bilen güzeller içinse, inançlarının bayrağını taşımak ve her halleriyle örnek olmak mecburiyettir. Yusuf olmak, yani içindeki birliği kurmak,  aklıyla nefsini nikahlayıp ruhun vücuttaki hakimiyetini sağlamak, kadına çok yaraşır. Oysa dişilik vasfı dini kitaplarda nefsi sembolize eder. (Rum 21, “Yine O’nun ayetlerindendir ki sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış...”) Nefis ise insanı diğerlerinden ayıran enaniyettir. Erkek, aklı sembolize eder ki, her ikisi de tekamül etmediği zaman felakettir, zira yalnız “ben” der. Yüceldiklerinde ise nefaset oluştururlar, çünkü “ben” değil “sen” derler. Nefis, “ben” demekten kurtulup Allah’ından emin olduğunda eğer Allah da ondan razı olursa öyle bir dereceye ulaşır ki işte bu kadın için Peygamber Efendimiz, “Kadınlar, âkiller ve gönül sahipleri üzerine galiptirler” der. Galiba burada Peygamber, safiye makamı dediğimiz ruhun tecelli makamına ulaşan dişinin, erkek olan aklı ve Allah’ın nuruyla aydınlanan gönlü üzerine hakimiyet kurduğunu belirtmektedir. Hazreti Mevlana ise bu makamı Mesnevi’de, “Kadın Hakk’ın nurudur. Sadece sevgili değil sanki haliktir, mahluk değil” sözleriyle anlatır.

İslam tasavvufu kadını iki özelliğiyle inceler ve yüceltir. Biri tekamül etmiş dişiliği, diğeri ve en önemlisi analığı. Dişiliğinin hürriyeti, kadına, beşeri özelliklerine hakim olmayı, söz geçirmeyi öğretir. Aksi takdirde bu hali gerçekleştiremeyen kadın ya da erkek nasıl patlayacağı belli olmayan saatli bomba gibidir. Samiha Ayverdi’ye göre kadın, döl veren ve doğurduklarıyla beraber bütün aileyi, bir görenek ve gelenekler düzeni içerisinde toplayıp birleştiren, toplum dengesinin ipuçlarını elinde tutan ve aile kovanını petekleyip dolduran sırlı kuvvet olmuştur. Kadını aile içinde sabırlı, temkinli, vakarlı, şefkatli ve özellikle de gayretli kılan daha birçok özellikleri ile de silahlandırmış olan kuvvet, ona annesinden ondan da çocuklarına geçecek olan terbiye sistemidir, EDEPTİR.

İşte maddesinde ve manasında hayat felsefesini böylece kurup bünyeleştiren bu edep ile kadın, toplumun irfan ve uygarlık abidesinin ta kendisi olmuştur. Böylece kadındaki bu üstünlük yolunu çizer, doğruyu eğriden, huzuru tehlikeden, zararı faydadan ayırt ettirir. Ana-kadın çekirdeği etrafında örgütleşen aile kurumu toplumun en sağlam iç yapısını oluşturur.

Kadın ya da erkek edep ehli değilse, her yaradılmışta Allah’ın tecellisini idrakten acizse ne mutlu olur, ne de mutlu eder. Kadının şansı ana olmaktır ki, annelik tıpkı öğretmenlik gibi yavrusunu eğitirken asıl kendisini eğitme şansına sahip olur.

Tekamül etmiş bir nefsi olan kişi, ister erkek ister kadın olsun cinsiyetin özelliklerinden arınıp er olma derecesine ulaşır. Analar bu konuda daha şanslıdır. Muhyiddin-i Arabi, erlik kelimesini tarif ederken “İnsanın yaradılışı ve hevalarının karanlığından kurtulup, aklın ve manevi terbiyenin ışığı ile temizlenmesi ve tamamlanmasıdır” diyor.

Analık cennetleri oluşturma kabiliyetidir ki, dünya, analık vasfıyla cenneti bulmak için tek fırsattır. Peygamber “Cennet anaların ayakları altındadır” derken anneliğin değerini bu yüce hadisiyle vurgulamıştır. Rumi Mesnevi’de (6. cilt, 3257) “Anaya karşı minnet tabiidir çünkü o Allah’ın şefkatiyle ilhamlanmıştır” der.  Analık, Allah’ın Peygamberdeki tecellisi olan rahim sıfatıyla da anlatılır. Bu bakış açısından Bursevi Hazretleri Peygamber’in ümmi oluşunu açıklarken üm (ana)’den geldiğini ve bütün yaratılmışların anasının o Sultan olduğunu söyler. Divan-ı Kebir’de (2237) “Peygamberlerin gazabı anaların kızgınlığı gibidir. Öyle bir kızgınlıktır ki o sevimli çocuk için hilim ile doludur” der. Mevlana’ya göre mürşitte tecelli eden de analıktır. Mürşitler farklı  değildir. Her öğretmenin sütü aynıdır ama çocuk sütü, kendi annesinden emmeyi sever ve ister. Süt, o mürşidin ilminden akseden Allah’ın manasıdır (Kevser şarabıdır). Emzirme, manevi yakınlığı anlatır. Mesnevi, Musa’nın annesini mürşit olarak tarif ederken annelik vasfını, evladını irşad eden insan-ı kamil olarak tasvir eder. Gene Mesnevi, “Aşkın ızdırabına hamile olmayan, dişi nefistir, er olan nefis değildir” der.

Annelik kadına böylesine yüce değerler katarken kadın kendi manasına ulaşabilmeyi becerir ve nefsini kinlerin, hırsların, aşırı düşkünlüklerin esaretinden kurtarır, zarafet, vericilik, merhamet, bağdaştırıcılık, önce ben değil sen diyebilmek hasletlerini açığa çıkarabilirse şaheser bir eser ortaya çıkar. Kadın, Altın bir tenceredir. Yeter ki içinde pislikli bez kaynatmasın.

Bunun olabilmesi için şu güzelliklere sahip olması gerekir: Dostuna küçücük bir ikazdan dolayı küsüp darılmaz, yani ona göre yanlış olan, ancak Allah’ın indinde doğru olan bir hareketten dolayı dostunu yüz üstü bırakıp geri çekilmez. Dostu hata yaptığı zaman o yapmış gibi olur çünkü bilir ki, insanlar bu dünyada birbirinin tamamlayıcısıdır. Kulun rızası için Allah’ın gazabını aramaz. Kulu hoşnut etmek için Allah’ın rızasını çiğnemez. Gönlünün sefası mümin kardeşleri için kalbinde fenalık, öfke ya da kin diye bir şey kalmaması demektir. Bu hal hasıl olursa vahşi hayvanlar bile onunla ünsiyet ederler. Kendi ayıp ve kusurunu bilmezse her vakti ve zamanı noksandır. Bilir ki az edep çok ilimden hayırlıdır ve yine bilir ki lüzumsuz sözler ve dedikodular baş uçurur. Onun dostu onu günahlardan geri çeken, haldaşı da ayıplardan kurtaran ve ona Hakk yolunu gösterendir. İdrak eder ki dünyada başkalarına fayda vermeyen ahirette de kendisi fayda görmez. Çok iyi bilir ki ibadet  inzivaya çekilip kuru ekmek yemek, eski elbiseler giymek değildir. Belki dünya lezzetlerinin cümlesinden zevk almaya iktidarı varken bunlara kapılmamaktır. Gene çok iyi bilir ki gönüller üstündeki perdelerin en kalını Allah’ın mahluku ile meşgul olmaktır. İkram eder, ikram beklemez. Kulluğunu, yokluğunu ve aczini bilir. Pişman olacağı işlerden çekinir.

Hocam Samiha Ayverdi, aczinin içindeki vakarıyla ve anlattığımız, kadına ait bütün güzel vasıfları açığa çıkarıp örnek olan haliyle bize hiç görmediğimizi sandığımız Hz Hatice’yi Hz. Fatma’yı, Rabiatül Adviye’yi, Muhyiddin-i Arabi’nin mürşidi Fatma binti el-Müsenna’yı , burada adını anmadığım yüzlerce mutasavvıf Müslüman kadını, dolayısıyla Hz Meryem’i gösterdi ve öğretti. Ne mutlu bizlere ki, Peygamber sahabesini hocalarımızda gördük ve izledik. “Ben bu maddi alemde tasavvufla yaşantımı birleştiremem”, diyen gafillere, tasavvufun herkes tarafından yaşanabilir hayat tarzı olduğunu gösteren ve öğreten, “İnsanları seveceksin. Senin içinde tükenmez af ve merhamet hazineleri var. Onun için yalnız insanları değil, bütün mahlukatı aynı yorulmaz hız ve aynı tükenmez iştiyakla seveceksin. Sende mevcut cevheri cömertçe harcamalısın hatalarında ve sevaplarında onlarla bir olarak seveceksin. Doğumları ile çoğalıp, ölümleri ile eksilecek kadar onlarla olacaksın.” diyen Hatice Cenan Hanımefendi’nin, Samiha Ayverdi’nin, Nazlı Sultan’ın, Türkiye’nin ilk kadın felsefecilerinden olan Semiha Cemal Hanımefendi’nin, mutasavvıf yazar Safiye Erol’un, annem Meşkure Sargut’un önünde eğiliyor  ve kendilerine onlar gibi olmaya çalışma gayretiyle teşekkür ediyorum.
 

Haber Grubu
Cemalnur Sargut'un ders, konferans ve televizyon programları ile ilgili duyuruların yapıldığı gruba katılmak için duyurucemalnurorg+subscribe@googlegroups.com adresine boş bir mail gönderebilirsiniz.