Sabır Ahlâkı

Index

Ken’an Rifai’nin sabır ahlâkı insanın tahayyül kudretinin dışındadır. Bilhassa temasta olduğu insanların kusurları üzerindeki sabrı hakikaten misilsizdir.
Tekrar tekrar en nazikane bir şekilde, üzerinde durup tashihe çalıştığı bir ayıbımızı, vaziyetin bütün ümitsizliğine rağmen, bir kere daha tahlil ettikten sonra şöyle önümüze koyuyor: “Bir gülebdandan gülsuyu  yerine elinize sirke gelirse, “A! Bu gülebdana zulmedilmiş, içine sirke konmuş”, dersiniz. İsmi üstünde, bu gül suyu konmaya mahsustur, teamülü o yoldadır. Sizin vücudunuz da gülebdan gibidir. Manasının sirke olması yazık değil mi? Sizden gül suyu yerine sirke sızarsa siz de ben de utanmaz mıyız?”
1949-50 kış aylarında hiçbir suretle çaresi bulunamayan kronik bir bronşit, hastalıkları listesine eklenmişti. Kendisine bakanları ve ziyarete gelenleri isyan ettirecek kadar zahmetli, yorucu ve devamlı olan bu öksürük için bir gün büyüklerimizden biri “aman bu öksürükten illallah” diye tahammülsüz bir şikayette bulununca o en sakin ve tatlı sesiyle ve aylardan beri öksürükten bizar olan sanki kendisi değilmiş gibi “niçin böyle söylüyorsun? O bana bir misafirdir, ben onu evime gelen her misafir gibi hoşlarım. Şikayet bize yakışır mı? Gidecekse hoşlukla gitsin”dedi.
Burada her türlü tedbire rağmen tahakkuk eden bir çaresizliği hoş karşılama manası var. “İhtiyat, teslimiyete mani olmaz”düşüncesi ile, her hadisede yapılması lazım gelen bütün hususları yapmış, ondan sonra vaki olan neticeyi tam bir rahatlıkla kabul etmiştir. Bu netice kendi arzularına uygun düşmediği zaman ise – esasen yapılacak her şey yapıldığı için- yeni vaziyetin hoş taraflarını bulup çıkarma itiyat ve terbiyesini kendine vermiştir.
Çok ateşli geçirdiği bir gecenin sonunda o gece yanında bulunan bizlere “biliyor musunuz, bu hastalığı bana verdiğinden dolayı Allahıma şükrediyorum. Çünkü bu vesile ile sizler hiç yanımdan ayrılmıyorsunuz. Bu öyle hoşuma gidiyor ki, sevdiklerimden ayrılmamak için şu geçirdiklerimi hoşluyorum”demişti.
Ken’an Rifai, canlı veya cansız neyi seviyorsa kavî seviyordu. Bir kere sevdiğini artık kendi benliğinin bir parçası bilir, onu kendisi ile aynileştirir, kendinden ayırmazdı.
Yakınındakilere her zaman ihtar ediyordu: “Kendinize iyi bakın, siz hastalandığınız zaman benim canım yanıyor, siz öksürürken ben yoruluyorum.” Ve yine daima istediği bir şey vardı: “Beni, sizleri paylıyacak, itap edecek bir vaziyete düşürmeyin, çünkü böyle bir şeye mecbur olunca kendimi itap etmiş oluyorum, üzülüyorum, utanıyorum.”

*
_ “Allah’ın insanı bir derde mübtela kılması, o kimsenin ahlâki cevherini vücudu madeninden çıkarmak içindir. Çok kimse, bir derde mübtela olduğu zaman şikayet eder ve adeta küfrana sapar, Allah’la kavga eder.
Çok kimse de vardır ki bunu Allah’tan bilir, şükranda bulunur, Allah’ını unutmaz.
İşte her iki halde de o kimsenin ahlâki cevheri vücudu madeninden ortaya çıkmış olur.”

*
_”Geçenlerde vefat eden Beylerbeyili Mü’mina Hanım’ın zevci Mazhar Bey geldi. Çok yaşlı olmakla beraber beni görmek için Küplüce Yokuşu’nu çıkmak zahmetine katlanmıştı. Hemen yanına indim ve hatırını sorarak, nasılsın Mazhar Bey? Dedim. Fenâyım Efendim, fenâyım... dedi. Neden, diye sordum. Ne yapayım, yalnız kaldım. Her gün ağlıyorum, diye cevap verdi. Bu nasıl söz Mazhar Bey? Dedim. Bilmiyor musun Cenab-ı Hak: Ben sizinleyim, siz kiminlesiniz? Buyuruyor. Bilmiyor musun yine Cenab-ı Hak: Ben sabır edicilerle beraberim,buyuruyor.
Senin Allah’ın var, Resûlullah’ın, Pir’in, Şeyh’in var. Bu sözünden, evladım olman hasebiyle ben mahcup oldum. Ben, bana mensup olan kimselerden böyle şükürsüzlük zuhur etmesiyle üzülür ve mahcup olurum. Bak, Allah sana ne lutuflar ihsan etmiş. Evladın gözünün içine bakıyor. Gelinin başında divan duruyor. Yaşına rağmen sıhhatin yerinde. Ya maazallah, kötürüm olup yataklarda kalsan... Yahut horlanıp tahkir edilsen... dedikten sonra tekrar: Nasılsın Mazhar Bey? Dedim. Aman iyiyim Efendim, iyiyim çok şükür. Bana bunları söyleyip gafletten uyandıracak sizden başka kimim var? Dedi.”

*
Hocamızın, kendisine selâm gönderdiği bir kimsenin bu selamı nezaketle kabul etmeyi bilemediğinden bahis edilirken, herkesin canı sıkıldı ve bu adamın esasen çok kaba bir kimse olduğu söylendi.
Ken’an Rifai, bütün bu konuşulanları, canının sıkıldığını ihsas eden bir sükutla dinledikten sonra:
_”Niçin o adamı ayıplıyor, kabalığını söylüyorsunuz? Bunu yapmakla asıl siz kendiniz kaba oluyorsunuz,” dedi ve etrafındakileri protesto edici tutumu ertesi güne kadar devam etti ve aile tekrar aynı saatte toplandığı zaman Mesnevi defterini isteyerek şu kıssayı okudu:
_”Resulullah (s.a) Hazret-i Ebu Bekir ile bulunduğu bir sırada içeriye bir adam girdi ve Ebu Bekir Hazretlerine ağır sözler söyledi. Resûlullah efendimiz Hazret-i Ebu Bekir’in ses çıkarmadığını görünce tebessüm buyurdular. Fakat adam işi azıtıp daha kötü konuşmaya başlayınca Hazret-i Ebu Bekir de cevap vermeye başladı. Resûlullah Efendimiz ise iş münakaşaya dökülünce meclisi terk etmek üzere yerinden kalktı. Vaziyetin ciddiyetini anlayan Ebu Bekir: “Aman Ya Resûlullah, beni niçin huzurundan mahrum ediyorsun, diye yalvarmaya başlayınca: Ya Ebu Bekir, önce sükût ettin, bir melek geldi. Sonra söylemeye başladın, bi şeytan geldi. Şeytanın bulunduğu yerde enbiya bulunmaz! Buyurdular.”

Haber Grubu
Cemalnur Sargut'un ders, konferans ve televizyon programları ile ilgili duyuruların yapıldığı gruba katılmak için duyurucemalnurorg+subscribe@googlegroups.com adresine boş bir mail gönderebilirsiniz.